18 Temmuz 2018 Çarşamba

Çocuklar Vardı

.  Çocuklar Vardı

Analarını, kardeşlerini, babalarını

bırakıp gelmiş, çocuklar vardı.

 

Ellerinde bavulları, çantaları olan,

pek de bir eşyası olmayan çocuklar...

 

Ayaklarında ise hep

kullanılmış ayakkabılar ile

adaya gelmiş çocuklar...

 

Sanki birinin ayağında

lastik ayakkabı mı vardı?

 

Mahallesini, kasabasını,

köyünü bırakıp gelmiş çocuklar...

 

Bazıları çok mu küçüktü sanki...

Ufacık tefecik olan da vardı,

pehlivan yapılı olan da...

 

Neşeli, konuşkan ve de utangaç olan

ama bir daha geriye dönüp de

iç geçirip ağlamamış çocuklar...

 

O çocuklar,

dümdüz bir yola girdiklerini bilen

mızmızlanmaları olmayan,

kendilerinden başka güvenecekleri

olmayan çocuklardı.

 

Ne ceplerinde paraları vardı,

ne de hemen okula gelip de

öğretmenleriyle konuşacak aileleri...

 

O çocuklar...

Devletin okuluna seçilerek gelen,

başarılı çocuklar...

 

Anasının, babasının parasına güvenip de

okuyan çocuklar değil,

devletin çocukları olan çocuklar...

 

Yemekleri, giysileri, kitapları ve de

her bir şeyleri ile devletin çocukları...

Devlete emanet edilmiş çocuklar...

 

Devlet verirdi onlara takım elbiselerini,

iç çamaşırını, ayakkabısını..

Hiç de gocunmazlardı...

 

Hep öz güvenli,

hep birbirine kenetlenmiş,

neşeli, konuşkan, güler yüzlü ve de

sporcu çocuklar...

 

Siz ne zaman nerede ve

kimlerden öğrendiniz de

geldiniz buralara

spor karşılaşmaları yapmaya...

 

Ne de sağlıklı idiniz!

Ne sümükleriniz akardı,

ne de gözleriniz yaşlı idi.

 

Geldikleri bu yerde ne bir müze vardı,

ne bir tiyatro salonu ne de

bir bale gösterisi izleyecekleri

kocaman salonlar...

 

Yoksulluklar ve yoksunluklar onlar için bir hiçdi.

Okuyacaklar, öğretmen olacaklar ve de

Türkiye’min bir köy okuluna gidip

oradaki çocukları okutacaklar

onların umudu olacaklardı...

 

Başka bir şeyleri yoktu kafalarında.

Anlattıkları bir şeyler de yoktu öyle fazladan.

Siyaset, fesatlık, kin, intikam bilmezlerdi.

 

Ne varsa yanlarındaki arkadaşları idi.

Hep beraber olmak isterlerdi.

Sokaklarda bir ileri, bir geri yürüdüklerinde

zaten var olmayan o sokaklarda

birer gurur abidesi gibi idiler.

 

Hafifden modaya bir eğilim gelirdi

ilerledikçe yaşları.

Müzik, sanat, edebiyat deseniz

o da vardı kıt kanaat,

eldeki olanaklarla, kendi kendimize...

 

Öğretmenlerden istekli olan da vardı.

Ders dışı çalışmalarda bulunanlar da oldu.

Bando takımı kuran da,

tiyatro sahneleyen de...

 

Oturdukları ada zaten

kendine dar gelirken

bu bir avuç yoksul çocuk da

kendi dünyalarını kurup,

hiç de ağlayıp sızlamadan

gelecek güzel günlere hazırlandılar.

 

Bazısının babası ayda gönderirdi biraz harçlık.

Bazısının az, bazısının çok olurdu...

 

En sosyal işlerden biri de

merkezdeki pastaneden ya da

pasta fırınından bir şeyler almaktı.

Parası çok olan iki tane alıyorsa üzümlü kekten,

az olan da belli etmeden, bir tane ile yetinirdi.

Kahveye falan gitmek de yoktu.

Lokanta var mıydı acaba?

Hatırlayan bile yok şimdi.

 

Bir küçücük dükkanda

bir ressam azıcık kitap,

azıcık kırtasiye satardı.

İyi olurdu bu dükkandan bir şeyler almak,

Zaten daha fazlası da yoktu ki...

 

Bir yerlere gitmeden, gidemeden

geçerdi aylar, yıllar...

İstesen de binip arabaya gidemezdin ki...

Ancak, gemi gelecek haftada iki defa limana

ve o da hava güzelse, postayı ve

yolcuları alıp, getirecek.

 

Bayram gelince de yine o

kısa günlerde birlikte geçirilirdi.

Namaza giden de olurdu, gitmeyen de...

 

Sömestr tatilinde herkes evine gider miydi,

yoksa bazıları okulda mı kalırdı?

Tam da bilemiyorum.

 

Çocuklar vardı köylerden gelen.

Daha ne suyu, ne de denizi bilirlerdi.

Havalar ısındığında, aman

bir deniz muhabbeti düşerdi

birden günlerine.

Gitsek mi, gitmesek mi?

İzin verirler mi, vermezler mi

Araba falan da yok.

Kaleköy 5 kilometre kadar...

Yürür gideriz, yüzer geliriz,

havasında olanlar çok.

 

Deniz görmüş olanlar,

yüzme bilenler, hoop öndeler.

“Korkmayın lan”, falan derken,

hemen birer yüzme dersi ayarlarlar

o hayatlarında hiç deniz görmemiş olan kardeşlerine...

Ve bir de bakmışsınız hepsi yüzmekteler.

Poz bile verenler var.

Sanki her biri birer “artist”.

İşte o artislerin çektiği fotoğraflar

biliyor musunuz, hiç ölmediler.

 

Kendileri dağıldı, gittiler bir yerlere.

Kimi “bir daha buluşacağız” diye

verdikleri sözleri bile hiç tutamadı.

Ama, hep akıllarında onlar vardı,

tekrar görüşüp, bol bol sohbet edecekleri...

 

Ve derken, her biri yürüdü

kendi yolunda.

Hiç de farkında bile olmadan geçen zamanın.

Ne zaman ki bir soluk alıp,

durdular o geldikleri yerlerde

arandılar bir sağa, bir sola bakarak...

O çocukları aradılar.

Ama yok...

Kimi nerede, kim nerede?

Hani buluşacaktık, hani görüşecektik?

En çok da düşündükçe, anımsadıkça...

 

Onlardı, o çocuklardı...

Yükseldi geldi içlerinden kocaman dalgalar.

Tuttular kendilerini,

kimseye bir şey belli etmeden...

Ama ne çare ki göz yaşları aktı

kendiliğinden.

Aktı kendiliğinden sızın sızın...

Anılardaki o çocukların

bazıları uçup gitmişti hakka

bir daha hiç doldurulamayacak

boşluklar bırakarak.

 

Bugün, geride kalanların kaçı

nerede ve ne zaman görecekti

bir diğer çocuğu?

Görseler de acaba

anlayacaklar mıydı

bu buluşmanın değerini?

Yaşatabilecekler miydi

bu güzel buluşmayı bir fırsat,

bir değer olarak?

Hem de hiç kasılmadan,

poz yapmadan ve de

dökerek içlerini,

ne varsa birikmiş olan...

 

Bilmem, bugün

kaç çocuk bunun tadını,

güzelliğini yaşayabilecek bir daha...

.   Öğretmen Gönen Çıbıkcı, 03.02.2018, Mff.


ŞİİR BLOĞU

Öğretmen 

GÖNEN ÇIBIKCI'nın ŞİİRLERİ

ni 

içeren bir BLOG 

:::::::::::::::

https://gonencibikci-siirlerim.blogspot.com
::: :::: ::::: ::::: :::: ::: :::: :::: ::::