2 Şubat 2019 Cumartesi

BENİMLESİN



Neden Vaz Geçtin

Neden vaz geçtin

hemen, birden?

Ne oldu?

Nedir seni geri çeken

bir anlam veremediğim.

.

Bu kadarcıkdı tanımışlığın.

.

Bir göründüm,

bir sevindin.

Bir çoşkuyla

akıttın içindekileri.

Koca koca denizler kadar

sanki beklemiştin

anlatabilmek için içindekileri.

.

Koca dalgalarla boğuşa boğuşa

mı gelmişti bugüne

o temiz ve hassas ruhun.

.

Birden anlatmıştım,

anladığımı ve gördüğümü

açıkca baka baka yüzüne.

.

Kendi tarihimin ardından

birçok noktalarını

daha önce yakaladığımı ve

içselleştirdiğimi

görmüştüm.

.

Minnacık emeklerin,

coşkulu bir yüreğin

öğrenme tutkusu ile yoğrulup,

yoğurup sunduğun

artık senin bir parçan olan o

gecelerin, gündüzlerin...

Eğlencelerden,

lay, loylardan çalınmış

hiç de bir zorunlululuğun

olmamasına rağmen,

tutup ortaya çıkardığın

emekleri görmüştüm.

Sanki onları oturup da incelemişcesine,

Biraz da cele mi etmiştim?

.

Hiç de bir gereği yokken

tutup da birden

bir coşku ile dinlemek,

seni anlamak,

anlatmak  istemiştim.

.

Hem de hiç de böylesine

bir karşılaşmayı beklemez iken.

Evrende kim, nerede yer alır

nedendir bilinmez.

Hikmetine sual de olunmaz.

.

Biliyorum öğrendiklerimi

kendimce çıkardığım dersleri

ve de ilkelerimi.

.

Yoksa, açılmıyorsa önü,

yol birden kapanıyorsa eğer,

çıktıysa önüne

hiç de ummadığın engeller...

.

Yok, zaten biliyorum

zorlamak yok,

beklemek de yok,

gereksiz şeyleri.

.

Bunları "kendim" için

zaten biliyorum.

Sadece tek soru var yine de

öylesine ortada kala kalmış:

Neden vaz geçtin

hemen birden?

.

Ne, neden, nasıl?

diye sormayacağım.

Nedenlerin sence haklıdır.

Biliyorum.

.

Biliyorum ki yine

Yüce Tanrı benim için

en iyisini ister.


Gönen Çıbıkcı, 14.08.2017, 03:02,

KUŞADASI,

Bakınca Gözlerine

Bakınca Gözlerine
Ben
senin gözlerine
bakınca anlıyorum,
ne hissettiğini,
neler düşündüğünü...
Ben seni görünce
biliyorum
seni bildiğimi.
Seni görünce ben
her bir seferinde
yine seni,
en baştan,
yeniden
sevdiğimi anlıyorum.
Sevmek denilince de,
hani filmlerde falan
adı geçiyor ya,
işte o “sevmek” denileni...
Ben seni düşününce...
Hele bir de görünce...
Anlıyorum
seni sevdiğimi.
Bir de gözlerine
derinden bakınca...
Her bir bakışta
yeniden biliyorum,
seni çok,
ama, çok sevdiğimi.
Bir de gözlerine
bakınca anlıyorum,
neleri
derinden hissettiğini.
Senin de gözlerin,
bakınca bana öyle
derinden,
neler hissettiğimi
anlıyor mu?
Sen ve ben
işte böylesine,
bakınca gözlerimize
en derininden,
anlıyoruz,
bizdeki bu şeyin
en temizi olduğunu
aşkların.
Ne güzel değil mi?
Ne güzel...
En güzel şeyi bulmamız
ne güzel değil mi?
02.02.2019, M.
Öğretmen Gönen ÇIBIKCI,






O KAÇTI, POLİS KOVALADI

“O KAÇTI, POLİS KOVALADI”

Haberin başlığı böyle idi.

Akşam haberlerinde

TV ler vermişti görüntüleriyle.

Sanki bir aksiyon filminden

bir bölüm gibi..

O kovalamaca sonunda

“şüpheli” kaçmaktan

yakalanmaktan “kurtulamadı”.

Niye kaçmış ki?

Diye sordu babaanne

anlamsızca bakarak ekrana.

Gelin de şöyle dedi:

-Amaan annee..

yapmıştır işte bir şey.

Rahat durmazlar ki..

İyi olmuş.

Kırsınlar kafasını.

İşte hep böyle olurdu,

haberler verilirdi,

anneler de böyle,

yorumlar geçerlerdi

hiç de fazla düşünmeden.

O gencin de bir annesi vardı,

evde oğlunu bekleyen.

Gözüm diye seslendiği oğlu...

Onu çok severdi...

Hem de tek varlığı idi.

Tek ümidi de oğlu olmuştu hep.

Ne sevinmişti bir oğlu olduğunda.

“Olsun” diye düşünmüştü,

geçinir gideriz,

aç kalacak değiliz ya!

Kocası da o zamanlar

sessiz bir adamdı

Pek de konuşmazdı.

Kapalı idi biraz içine...

Gider arar bulur,

inşaatlarda bir işler yapardı.

Pek kazandığı da söylenemezdi.

Kendi halinde idi...

Çok bir şeyler de

beklememişlerdi hayattan.

Bebekdi daha oğlu,

büyür giderdi...

“Kaderi güzel olsun”

“oğlum” diye dua ederdi hep.

Gözü gibi bakardı

hep “gözüm” dediği oğluna...

Mutlu mu idi?

Böyle bir şeyi düşünmek

aklına bile gelmezdi o zamanlar.

Bir akşam

geç kaldı kocası işden,

karanlık da bastırmışdı.

İçinde bir sıkıntı duydu...

Bir de kapının

hızlı hızlı çalındığını..

Açtığında gördü ki

hiç tanımadığı birkaç adam.

Kocasının iş arkadaşları imişler.

Bakıp durdular önce

sessizce ve de bilemeden,

ne diyeceklerini...

Yıkıldı birden o küçücük dünyası...

Dona kaldı,

kocasının öldüğünü söylediklerinde.

İnşaatın bilmem kaçıncı

katında düşmüştü.

Ölüsünü kaldırmışlardı

önce hastaneye.

Sonra da eş,

dost falan derken

cenazeyi verdiler toprağa...

Gelen giden oldu,

baş sağlığına.

İnşaatın sahibi de geldi,

çok üzüldüğünü falan anlattı,

bir de zarf içinde bıraktı bir az...

Kısa süreli işe aldıklarını

sigorta falan da

yapılmadığını anlattı.

Çok üzgündü.

Kader işte,

alnımıza ne yazıldı ise,

oydu başımıza gelen.

Koca bir sessizlik

koca bir boşluk doldurdu

o iki göz evlerini...

Elde avuçda da yoktu ki...

Neyse tanıdıklar falan,

derken, ona bir iş buldular

yevmiyeli,

yani gündelikci olmuştu artık.

Az da olsa eline

bir para geçerdi artık.

Komşu teyze de sağ olsun,

oğluna bakıyordu o işde iken.

Böyle geçti gitti ilk yıllar.

Okula gidip gelmeğe başladı oğlu.

Sessiz ama huzurlu bir çocuktu.

Kendi kendine evde oturur,

derslerine çalışırdı.

Zaman durmuyor ki, büyüdü oğlu.

Okulda iyi imiş dersleri,

ama öyle çok çok da

en önde olmamış hiç.

Mahalleden çocuklar gibi

o da okulu erken bıraktı.

Gitti sanayide

bir işler buldu çalıştı.

Annesi de

yıllardır yaptığı gibi

hep dualarını ediyordu,

“oğlunun hayırlı bir evlat”

olmasını diliyordu.

“Bir meslek kazansın,

bir iş açsın kendisine”,

dualarında hep bu vardı.

Oğlan da gençdi,

arkadaşları vardı sanayiden.

Kahveye falan giderlerdi...

Geçim zordu...

Delikanlının gönlü işte,

neler istemezdi ki...

“Bir ek iş falan olsa”

derlerdi arkadaşlarla...

“Gece birkaç saat iş var”

dedi biri,

hadi sen de gel!”

Ufak tefek işlerdi yaptıkları.

Bir depo falan

tarif ederlerdi bunlara.

Sessizce gider,

hoop açıp arka tarafdan,

boşaltırlardı biraz,

kısa zaman içinde,

atarlardı o eski minübüse

ve gider, teslimatı yaparlardı...

Sessiz olmak ama

çok da hızlı olmak gerekirdi...

Ağızları da sıkı olmalıydı.

Az biraz bir şeyler

geçiyordu ellerine...

Haber gelince

gece işine çıkıyorlardı.

O gece de öyle olmuşdu.

İşi “tam bitirdik” diye

akıllarından geçirirken

Birden, polis arabasının sesini

duydular arkalarında...

Bir korktular, paniklediler,

gaza daha da bastırdılar...

Polis de öyle, bastı gaza..

Yol daralınca kıstırdılar kaçanı,

”dur” “yoksa vururuz” falan

diye seslendi polis,

görevi gereğince.

Ah be çocuk, niye kaçtın hemen!

Polis de genç, sen de...

Polis de birden çekindi,

Sandı ki o kaçan genç de

çekecekti silahını..

Önce davrandı ve bastı tetiğe.

Ah be çocuk, niye kaçtın?

Ne oldu şimdi?

Liseye devam etiğin

o yıllarda, sen de

ne kadar çok istemiştin,

hakimin kızının anlattığı gibi

bir “avukat” olmayı.

Kız ne de tatlı anlatırdı:

“Bir avukat olsam” diye...

Hep de çaresizlere mi ne

yardım etmek istermiş o kız...

Kader demişler adına biraz da,

çaresizliğin...

O polis de çok üzüldü,

Baktı vurulan da gençdi,

tam da kendisi gibi...

Belki de ayni mahallede

oturuyor bile olabilir.

Anneciği ise oğlunun ölümü ile

yıkıldı bir kez daha...

Haberlerdeki olayın

kendi oğlu ile ilgili olduğunu

bile bilmeden,

çaresizlik salmalına döndü.

Başka ne gelirdi ki elinden...

Televizyoncular da

işlerini yapacaklardı haliyle...

02.02.2019, M.

    Öğretmen Gönen ÇIBIKCI